> Engeloji

Translate

11 Ekim 2015 Pazar

KİTABIM 1 YAŞINDA...


Geçen hafta blogumun 4. yaş günüydü. Ne ilginç ki dün de kitabım Engeloji'nin yaş günüydü. Kitabım 1 yaşında... Engeloji, 10 Ekim 2014 günü satışa çıkmıştı. Güzel bir duyguydu. Sağlık problemlerim yüzünden bu sevincime gölge düşse de "Bunda da bir hayır vardır" diye düşünmüştüm. İstediğim tanıtımın olmadığına inanıyorum. Bu kesin...  Ama yine de medyada yer aldı. Hem de övgü ile bahsedildi. Okuyan herkes beğendiğini iletti. Bu da beni çok mutlu etti. Bir yazar ne ister ki? Anlaşılmak, beğenilmek...

Engeloji'den bahsedenleri daha önce blogumda yazmıştım. Milliyet Gazetesi Ali Eyüboğlu, ATV Müge Anlı, Fox TV İsmail Küçükkaya (Çalar Saat), 24 TV Murat Çiçek (Günün Manşeti), Akşam Pazar Eki, Yeni Akit Gazetesi, Yazar Ümit Şimsek, Kadınlar Arası, Hürriyet Sosyal Ayşe Baykal, Türkiye Gazetesi, Posta Gazetesi, Millet Gazetesi, Fikir Haber, Fatih Gazetesi, Küçük Kırmızı Pabuçlar, Engelliler.web, Olumlu Haber, Varide, Yaşadıkça, Özürlüler Gazetesi, Dünya Bizim, Milliyet Blog, Duyabilirsin, Engelsiz Dostlar, Ne Okuyabilirim gibi bir çok medyada yer almıştı. Bunlar bulabildiklerim, rast geldiklerimdi.


Bu arada Instagram, Facebook ve Twitter’da da çok güzel paylaşımlar yer aldı. Okuyanlar görüşlerini yazdı. Kitabım olduğu için diye söylemiyorum. Engeloji, nesne olarak da güzel oldu. Kapak tasarımı da çok beğenildi. İlk gördüğümde benim içime sinmişti. Herkes tarafından da çok beğenildi. Tanıdığım, tanımadığım pek çok kişi tarafından fotoğrafları çekildi. Sosyal medyada yayınlandı. Öyle güzel ve ilginç fotoğraflar vardı ki... Görülmeye değerdi. Çok beğendim ve mutlu oldum. Bazılarını da bloguma koydum.

Kitabın hazırlık sürecinde isminin böyle etkili olacağını düşünmemiştim. Adı ilk bulduğumda arama motorunda sorgulayınca, arama motoru yakın bir kelime yazıp "Yine de girdiğiniz şu sorguyu mu aramak istiyorsunuz?" yazdı. Benim de istediğim buydu! Hiç kullanılmamıştı, farklıydı ve anlamlıydı. Bulduğum an "İşte bu..." demiştim. Engelli ve engelliyi doğru anlamak bir bilimdi!  Engeloji de bunu anlatıyordu. Zamanla da Engeloji ismini daha çok benimsedim ve sevdim.

Bu arada alıp okuyanların kitap hakkındaki düşüncesi "Başladım, hiç sıkılmadan okudum...", "Elime aldım okumaya başladım, bırakmak istemedim...", "Engelliyi tanımıyormuşuz okuyunca anladım...", "İkincisi ne zaman gelecek?", "Yenisini bekliyoruz...", "Engeloji 2 ne zaman çıkacak?" oluyor. Bu sözler de beni mutlu ediyor. Engeloji’yi okuyan, bahseden herkese söyledikleri övgü dolu çok sözler için çok teşekkür ediyorum. Engeloji 2 de gelebilir belki...
                                                                                               


ALİYE YÜCEL

4 Ekim 2015 Pazar

BLOGUM 4 YAŞINDA...


Bugün 4 Ekim. Blogum, bugün tam 4 yaşında... Bu nedenle bu konuda yazmak istedim. Blogumu 4 Ekim 2011 günü Engelsiz e-Ticaret projesi kapsamındaki eğitimde deneme amaçlı kurmuştum. O gün bloga başlarken yıllarca yazacağımı, beğenileceğini ve ciddi bir okuyucu kitlesine ulaşacağımı düşünebilir miydim? Hayır... Blogumu "Engelli Hikayeleri" adıyla başlamıştım.  Daha sonra kitabım sayesinde değişti "Engeloji" oldu!

Engelli ve engellilik hakkında kişisel olarak ve çevremde gözlemlediklerimden bir fikrim vardı. Engellilik yanlış biliniyor, engelliler yanlış tanınıyordu. Hep "Bunu doğru anlatmalıyım..." diye düşünüyordum. İşte deneme amaçlı açtığım blogum bunu anlatmamı sağladı. Farklı farklı konularla hep engelliyi ve engelliliği anlattım. Yazılarımın beğenilmesini tabii ki isterim. Kim istemez? Ama asıl isteğim engelliyi doğru tanımlayıp bir farkındalık ortaya koymaktı. Sanırım bunu başardım.

İki elim kanda olsa bile mutlaka her hafta yazmaya çalıştım. Her hafta (genellikle pazar günleri) bir post yayınladım. Hiç aksatmadım. Bir işim çıktığında ya da bir yere gidileceği zaman ailemin "Bu hafta da yazı koyma... Ne olur ki? Kalsın..." demelerine "Yok! Olmaz..." deyip mutlaka bir yazı koymaya çalıştım. Çünkü biraz ihmal etsem, bir aksasa, belki de yazma hevesim kaçacak, bir daha yazmak istemeyecektim.


4 yıldır emek verdim. Bir görev disiplini ile yazdım, yazdım, yazdım... Yazmaktan hiç vazgeçmedim. Hep aynı heyecan ve istekle yazmaya devam ettim. Bu süre içinde 200'ün üstünde post yayınladım. Engelli ve engelsiz herkese seslenmek istedim. Bu nedenle konularımı araştırarak, özenle ve günceli yakalayarak seçmeye çalıştım. Konu bulmanın sıkıntısını, bulmanın sevincini, yayınladıktan sonraki rahatlamayı, beğenilmesinin sevincini ve ziyaretçi sayısının artmasının mutluluğunu yaşadım.

4 yıl az bir zaman değil. Bu zaman içinde neler neler oldu. Çok şey değişti. Hayat bu... Üzücü, kaygılı, umutlu, sevinçli, mutlu, mutsuz; pek çok an, saat, gün, hafta, ay ve  yıl geçti. Her yazıda farklı ruh hali içindeydim. Yayınladığım her yazı bana da bir şeyler kattı. Blogum bana çok şey verdi. Sayesinde çok şey öğrendim. Güzel insanlarla tanıştım. En önemlisi de bir yayınevi tarafından fark edildim... Ve pek çok blog yazarı gibi bir kitap sahibi oldum.

Bugünden sonra da yazmaya devam edeceğim. Blogumun; düzenli, özenli, seçtiğim fotoğrafların konu ile alakalı ve niş (niche) bir blog olduğunu söyleyenleri hiç yanıltmamak istiyorum. 4 yıl boyunca okuyan, takip eden, beğenen, paylaşan, eleştiren, yorum yazan, ziyaret eden ve beni motive eden herkese, arkadaşlarıma ve aileme çok çok  teşekkür ediyorum. Diğer yazılarda görüşmek dileğiyle... Nice yıllara...

                                                                  
ALİYE YÜCEL    

27 Eylül 2015 Pazar

ALBİNO MODEL


Bembeyaz porselen gibi teni, açık renk saçları ve etkileyici gözleri ile çok dikkat çekici bir model Thando Hopa. Sıra dışı, farklı, etkileyici... O, adını "Albino Model" olarak duyurdu. Thando Hopa; hukuk eğitimi almış, asıl mesleği de savcılık. Modelliği ise yarı zamanlı olarak yapıyor. Güzel model, kalıtsal bir hastalık taşıyor. Bir albinizm hastası (albino)... Modelliğe albinizme karşı var olan önyargıları yıkmak için başlamış. Modellik, albinizm algısını değiştirmek için bir fırsat olmuş...

Albinizm, cilde, saça ve gözlere renk veren melanin pigmentinin vücutta hiç bulunmaması ya da az bulunmasına deniyor.  Albinizm (Albino) genetik bir metabolizma hastalığı... Albinizm olan kişiler bazı problemler yaşıyorlar. Derimiz güneşten korunmak için pigmente ihtiyaç duyar. Bu nedenle albinizmli kişiler güneşte kolay yanar. Güneşten korunmazlarsa deri kanserine yakalanma ihtimalleri yüksektir. Gözümüz de görmek için melanin pigmentine ihtiyaç duyar. Albinizm olan kişilerde göz gelişimi sırasında, normal miktarda melanin pigmenti bulunmadığı için görme problemi yaşarlar.

Albinizm, hastalık olmasına hastalık... Ancak bu hastalığa dair kötü bir önyargı var. Bazı Afrika ülkelerinde özellikle de Tanzanya'da bu hastalığı taşıyan kişilerin lanetli olduğuna inanılıyor ve bu yüzden katlediliyorlar. Albino avcıları onları öldürerek tanrının gazabından ve albinoların kötü ruhlarından kurtulduklarına inanıyorlar. Ayrıca albinoların organlarının çeşitli hastalıklara iyi geldiğine inandıkları için öldürdükten sonra el, ayak, parmak ve kulak gibi organlarını keserek büyücülere satıyorlar. Büyücüler de bunları çeşitli hastalıklara iyi geldiğine inandıkları büyülerde, şans ve uğursuzluk büyülerinde kullanıyorlar. Ne büyük bir vahşet!


Albinizm, Afrika'da daha fazla görülüyor. Açık tenli insanların yaşadığı yerlerde bile dikkat çeken albinolar, zencilerin olduğu yerde ne kadar dikkat çekici olur bir düşünün. İşte Thando Hopa Güney Afrika'da böyle bir ortamda doğan bir kız çocuğu... Zenci anne babadan doğan beyaz bir çocuk... Büyüdükçe çevresindekilerden farklı olduğunu  ve lanetli sayıldığını anlamış. Albinizmli kişilerin yaşadığı görme problemini o da yaşamış. Okulda çok zorluk çekmiş. Gözlük ve büyüteç kullanmış. Güneşten hep kaçmış, gölgede büyümüş. Arkadaşları onunla dalga geçmiş. Zor günler yaşamış. Ama ailesinden daima büyük destek görmüş.

Thando Hopa, hukuk eğitimini bitirmiş ve savcılık yapmaya başlamış. Farklı olduğu için çok dikkat çekmiş. İlk kez 2013 yılında Forbes dergisinin kapak yüzü  olarak tanınmış. Moda tasarımcısı Gert-Johan Coetzee onun olağanüstü duruşundan etkilenmiş ve modellik teklif etmiş. Böylece modelliğe adım atmış. İlk podyuma çıktığında görme problemi yüzünden düşmekten çok korkmuş, hem yürümüş, hem de dualar etmiş. Dünyaca ünlü kozmetik markası Vichy'nin yüzü olmuş... O, görselliği ön planda olan bir alanda dünyaya kendini kabul ettirmiş...

Güzel model, albinizm algısını yıkmak ve albinoların hakları için modelliğe başlamış. Lanetlenmiş bir durumdan bu noktaya gelmiş... Aynı durumda olanlar için bir rol model olmuş. Ne iddialı ve etkileyici bir baş kaldırış. Nereden nereye... Önyargıya karşı yapmış olduğu modellik medyada ilgi görünce tüm dünya onu tanımış oldu. Eğer sadece bir hukukçu olarak kalsaydı, moda dünyasına girmeseydi Thando Hopa adını duymuş olabilir miydik? Haklı davasında bu kadar etkili olabilir miydi?

ALİYE YÜCEL                      



                           

20 Eylül 2015 Pazar

HAWKING'İN YAZILIMI


Gazetede okuduğum günden beri yazmak istediğim bir konu var. Haberde, dünyaca ünlü evrenbilimci Stephen Hawking'in dünya ile iletişimini sağlayan yazılımın artık herkes tarafından ücretsiz olarak kullanılabileceğini yazıyordu. Buradan anlıyoruz ki bu yazılım Hawking için özel olarak üretilmiş... Ünlü fizikçi bu yazılım sayesinde konuşuyor, yazıyor ve kendisini ifade ediyor. ACAT (Assistive Context - Aware Toolkit) isimli yazılım ünlü teknoloji firması Intel tarafından hazırlanmış... Bu yazılım standart bilgisayar ara yüzünün kullanılması mümkün olmadığı durumlarda bilgisayarların kullanılmasını sağlıyor.

1942 doğumlu Hawking, 21 yaşında ALS (motor nöron) hastalığına yakalanıyor. ALS, sinir sistemini felç eden bir hastalık... Merkezi sinir sisteminde hücrelerin kaybı ile ortaya çıkıyor. Bu nedenle kaslarda güçsüzlük başlıyor. Kasların zayıflığı önce ellerde başlıyor. Sonra sıra bacaklara, ağza ve dile kadar geliyor. Ve en sonunda da tüm vücut etkileniyor. ALS sinir sistemini felç etse de beynin zihinsel faaliyetlerine zarar vermeyen bir hastalık... ALS sebebiyle Hawking de vücudunu yönetemiyor. Hareket edemez ve konuşamaz bir halde... İletişimini ve  konuşmasını makineye bağlı olarak gerçekleştirebiliyor.

ACAT ile neler yapıldığını ve nasıl çalıştığını merak etmemek elde değil... Yazılım, Hawking ile Intel'in yıllardır yaptıkları işbirliği ile tasarlanmış. Bir yapay zeka ses sistemi... Yazılım önceleri el ile kontrol ediliyormuş... Şimdi ise yüzdeki kaslarla harfleri seçmeyi sağlıyor. Hawking, yanağında çalışabilen bir kaç kası kullanarak harfleri seçiyor. Gözlüğünde bulunan kızılötesi sensör ve sandalyesindeki tablete sayesinde  söylemek istediklerini tahmin ediyor ve sese dönüştürüyor. Bu, akıllı telefonlardaki yazım tahmin özelliğine benzer şekilde çalışan bir yazılım...


Hawking, iletişim teknolojilerini en erken deneyen kişilerde biri... Çünkü, bu sistemlerle daha hızlı konuşmayı ve yazmayı istiyor. Bilgisayarında normal konuşabilen kişilerin kullandığı kelimelerden daha fazla kelime var. Duygu ve düşüncelerini ifade etmekte sıkıntı çekmiyor. Yazdıkları robotik bir sese dönüşüyor. Sesi robotik olsa da Stephen Hawking bundan çok memnun. Sesinin imzası olduğunu düşünüyor. Yeni güncellemelerle daha doğal bir sese sahip olabilecekken bunu istemiyor.

Teknolojinin önemini bir kez daha görüyoruz. Hawking kariyerinin zirvesinde iken bu hastalığa yakalanıyor. Ancak teknoloji sayesinde dünya ile iletişimi kesilmiyor. Bu yazılım sayesinde konuşuyor, bilgilerini aktarıyor, çalışmalarını sürdürüyor. Unutmayalım, ateist iken  "Evrenin oluşumu bilimsel gerçekliğe dayanır ve bu Tanrı olmadığı anlamına gelmez..." diyerek Allah inancını da bu ses ile aktarmıştı! Aslında ne dediği değil, bir engelli olarak neler yapabildikleri bizi ilgilendirmeli...

İlginç olan şu ki; bu yazılım (bugünkü kadar gelişmiş olmasa bile) yıllardır var. Şimdi ücretsiz hale gelmesi garip değil mi? Öyle ya Hawking'in durumunda olan binlerce hasta bundan daha önce yararlanabilirdi. Böylece bir çok kişinin hayat standardı değişebilirdi. Üstelik kullananlar sayesinde sistem daha da gelişebilirdi... Neyse ki artık ücretsiz, bundan sonra ihtiyacı olan herkes bu teknolojiden ücretsiz olarak yararlanabilecek. Ne diyelim buna da şükür...

ALİYE YÜCEL

13 Eylül 2015 Pazar

YENİ BİR STANDART: EURECERT


"Eurecert" adını hiç duydunuz mu? Eurecert, bir ekonomi terimi değil! Bir erişebilirlik terimi, bir standart. Bu terimi yapılan bir yapılan Erişilebilirlik Sertifika Projesi sayesinde duydum. Eurecert, başta Almanya olmak üzere pek çok Avrupa ülkesinde "Engelleri Aşan Hizmetler" için verilen kalite sertifikasının adı. Bağcılar Belediyesi ile Türkiye Beyazay Derneği Avrupa'da faaliyet gösteren Eukoba Derneği ile birlikte erişilebilirlik eğitimi verdiler.

Bağcılar Belediyesi Engelliler Sarayı'nda sekiz gün süren bu eğitimde 27 katılımcı eğitim aldı. Bu eğitim hem teorik hem de pratik olarak verildi. Bu projenin en ilginç yönü katılımcıların engelli hale gelmesiydi. Uygulamalı olarak engelli oldular. Yani empati yeterli olmadı. Nasrettin Hoca'nın dediği gibi damdan düşerek, damdan düşenin halini anladılar. Katılımcılar, özel bir kıyafet (engel simülatörü) giyerek engelli hale geldiler. Böylece; bedensel engelli, görme engelli, işitme engelli oldular. Eğer bir engelli varsa da ikinci bir engeli yaşadılar.

Ortaklaşa gerçekleştirilen bu projede ilk kez erişilebilirlik kalite sertifikalandırma çalışması kapsamında görev alabilecek kişiler yetişti. Bu eğitim sonrası katılımcılar, Belgelendirme Yetki Sertifikası aldılar. Engelli olup; engelli gibi hareket ederek, engelli gibi hissederek mekanların engellilere uygunluğunu incelediler. Böylece bir mekanın engelliye uygun olup olmadığını anlayacak, eksikliklerin neler olduğunu, nasıl giderileceğini tespit edecek ve ona göre yönlendirecek... Erişilebilirliğini kontrol edip belgelendirme yapabilecekler.


Eurecert, Avrupa'daki tek bağımsız kalite kontrol kuruluşu. Eurecert Sertifikası; kanuni, tarafsız, bağımsız ve kendi içinde özel bir hukuk ile organize edilmiş sistem. Her alanda aranılan kaliteli, güvenilir hizmetlere; ürün ve yapılara ulaşmak için bu sertifika çok önemli. Eurecert kriterlerine göre incelenen mekanlar kanunların kriterlerine uygun oluyorlar. Yaptıkları hizmetlerin kalitesini Eurecert Sertifikası ile belgelendiren kurumlar da farklı ve rakiplerinin önünde oluyorlar.

Eurecert'in düşünce mimarı ve Eukoba (Avrupa Erişilebilirlik Yetki Merkezi) Genel Başkanı Patrick Dohmen yapılan bir röportajda şöyle diyor: "Eurecert, bir çok marka ve standardın birleştiği yerdir. Yani, kafa karıştıran bir çok standardı bir noktada birleştirdik ve ortak bir standart oluşturduk. Engelliler, çocuklar ve yaşlı insanlar için dünyayı öyle tasarlamalıyız ki, engelli engelsiz yaşanabilir ve kendilerinin karar verebileceği bir yaşamları olsun..."

Erişebilirlik denildiğinde akla hemen engelliler geliyor. Oysa herkes için kullanılabilecek bir kavram... Örneğin; yüksek bir basamak, bir engelli için olduğu kadar yaşlı, çocuk ve bebek arabası kullanan bir yetişkin için de sorun olabilir. Erişilebilirlik herkes için çok önemli... Ancak engelliler için ayrı bir önem taşıyor. Erişilebilirlik adına yapılan bazı uygulamalar engeli kaldırmaktan çok uzak... Örneğin; tekerlekli sandalye için yapılan bir rampa inip, çıkmak için hiç uygun olmayabiliyor. Biliyoruz ki erişilebilirlik tam anlamıyla anlaşılan bir kavram değil. Dileriz bu örnek çalışma ile bilinmeyen ve anlaşılamayan yönler tespit edilir. Sonra da yapılması gerekenler yapılır. Bu projede emeği geçen herkese teşekkürler...


ALİYE YÜCEL         


6 Eylül 2015 Pazar

BENİM GİBİ OYUNCAK


Sosyal medyadan change.org'u biliyorsunuzdur. Orada çok etkili kampanyalar başlatılıyor. Bunlardan biri de "Toy Like Me". İngiltere'de yaşayan üç anne, engelli çocuklarına onlara benzer oyuncak almak istiyorlar. Ancak istedikleri oyuncakları bulamayınca, "Benim Gibi Oyuncak" (Toy Like Me) adı altında bu ilginç projeyi başlatıyorlar. Anneler, engelli oyuncak bebekler tasarlayıp bunu  internette paylaşıyorlar. Yaptıkları oldukça ilginç değil mi? Oysa kolu, bacağı kopan oyuncak bebekler çöpe atılır!

Kızı tekerlekli sandalyede yaşayan işitme engelli gazeteci Melissa Mostyn, işitme engelli ve gözlerinde bozukluk olan gazeteci Rebecca Atkinson ve oğlu görme engelli olan eski oyun danışmanı Karen Newell bu etkili kampanyayı başlatan anneler... Onlar, ilk olarak işitme cihazı (Koklear İmplant) kullanan bir bebek tasarlayıp, bunu  internette paylaşıyorlar. Bu kampanya çok beğeniliyor ve ilgi görüyor.

Bu üç annenin bir amacı da; ayrımcılık ve dışlamaya karşı çıkmak... Bu proje ile oyuncak üreticilerine daha farklı ve kapsayıcı oyuncaklara da ihtiyaç olduğunu anlatmak istiyorlar. Yaptıkları beğenilip yayılınca da butik işler yapan bir oyuncak firması onlara destek veriyor. Engelli çocukları olan ebeveynler de sosyal medyada "toylikeme" etiketiyle tasarımlar paylaşıyorlar. Ailelerin seslerini duyan İngiliz oyuncak firması bunun üzerine engelli oyuncaklar üretmeye başladı.


Ünlü Barbie bebeklerinin yapım firması Mattel 1997 yılında Barbie'nin tekerlekli sandalyedeki arkadaşı Becky'yi yapmıştı. Ancak bu bebekler çok çeşitli ve farklı formlarda... Bebeklerin hepsi birbirinden ilginç... Hemen hemen her engel türü var. Görmeniz gerekir. Solunum cihazıyla yaşayan, işitme cihazlı, protez bacaklı, tavşan dudaklı, tekerlekli sandalyeli, wolker ile yürüyen, kolu olmayan, saçları dökülmüş, kılavuz köpekle gezen, beyaz bastonla yürüyen ve hatta yüzünde doğum lekesi olan bebek bile yapılmış...

"Benim Gibi Oyuncak" kampanyası engellinin sunumuyla ilgili oldukça etkili... Farklı bir farkındalık şekli... Engelli çocuklar; daima kusursuz bebekleri görüp, kendilerini dışlanmış ve yalnız hissedebiliyorlar. Oysa oyuncak bebekler de engelli olabilir. Neden olmasın? Engelli ve kendine benzeyen bebeklerle oynayan çocuklar kendini daha iyi hissettirecektir. Bu oyuncaklar onları mutlu edecektir. Aslında engellisi ve engelsizi her çocuk bu tür oyuncaklarla oynamalı...

"Bu kampanya güzel, bu fikir iyi... Ama ben böyle bir bebeği çocuğuma almam derseniz..." diyecek bir şey yok! Saygı duymaktan başka... Kimseye zorla alın diyemeyiz. Bu bir tercih meselesi... Ancak hiç olmazsa kolu ve bacağı çıkıp, kaybolan bebekleri atmayalım. Çocukları bunlarla oynamaya teşvik edelim. Bununla oynamaya alışan çocuklar, çevresinde engelli birini gördüğünde onları dışlamasın!


ALİYE YÜCEL

30 Ağustos 2015 Pazar

ONLAR AVRUPA ŞAMPİYONU


22-29 Ağustos 2015 tarihleri arasında İngiltere'nin Hereford şehrinde düzenlenen Görme Engelliler Avrupa Futbol Şampiyonası'na katılan Türkiye Görme Engelli Futbol Takımı Avrupa Şampiyonu oldu. B1 Görme Engelli Futbol takımımız finalde Rusya'yı mağlup ederek bu şampiyonluğu elde etti. Onlar Avrupa'nın en büyüğü oldular. Daha ne olsun? Bu bizim çok önemli bir başarı... Bunu görmezden gelmemek gerekir.

Maçlarının sonucunu merakla takip ettiğim B1 Görme Engelli Futbol takımımız, Avrupa Şampiyonasında ilk olarak Almanya ile karşılaştı ve bu maçta golsüz berabere  kaldı. İkinci maçında Polonya'yı 6-0 mağlup etti. Üçüncü maçında da İtalya ile karşılaştı ve 3-0 kazandı. Sonra İngiltere'ye 2-1 mağlup oldu ve 7 puanla grubunda ikinci oldu. Yarı finalde ise İspanya'yı penaltı atışları sonucu 2-0 mağlup ederek final oynamaya hak kazandı. Son maçında ise Rusya ile karşılaşan millilerimiz onları 1-0 mağlup ederek şampiyon oldu.

Şampiyon olmakla kalmayan millilerimiz bu başarı ile aynı zamanda 2016 yılında Brezilya'nın Rio de Janeiro şehrinde düzenlenecek Paralimpik Oyunlarına yani Engelli Olimpiyatları'na da doğrudan katılmaya hak kazandı. Turkcell'in ana sponsorluğunu yaptığı Görme Engelli Futbol Milli takımımıza Türkiye Futbol Federasyonu'nu da "Türkiye Futbol Oynuyor" projesi kapsamında destek veriyor.


Görme engelliler futbolunun nasıl olduğuna gelince; Çıngıraklı top ile oynanan futbolda sporcular görme derecelerine göre B1, B2 ve B3 olarak sınıflandırılıyorlar. B1 sınıfı hiç görmeyen, B2 ve B3 grubu ise kısmen görmeyen oyunculardan oluşuyor. Karşılaşmalar tamamen görme engelli olan B1 grubundaki ya da kısmen görme engelli olan B2 ve B3 grubundaki oyuncular arasında oynanıyor.

B1 grubu (tamamen görme engelliler) için kurallar şöyle; Karşılaşmalar düz bir zeminde oynanır. Her bir takım 4 oyuncu ve bir gören kaleciden oluşur. Ofsayt kuralı yoktur. Oyunda kullanılan futbol topunun içerisinde zil (çıngırak) vardır. Top hareket ederken ses çıkartır. Böylece sporcular, bu sesi duyarak futbol oynayabilirler. Karşılaşmalar, sessizlik esasına göre oynanır. Az gören B2 ve B3 grubunun kurallar da B1 kategorisi ile aynıdır. Tek fark onlarda zilli top ile oynama mecburiyeti yoktur.

Bu yazıyı millilerimiz şampiyon olmasaydı yine de yazacaktım. Çünkü final maçı oynayacaklar, mağlup olsalar bile Avrupa 2.'sı olacaklardı. Bu bile çok önemli bir başarı... Peki bu başarıdan ve şampiyonluktan kaç kişinin haberi oluyor? Kaç kişi bunu biliyor? Maalesef çok az... Futbolun çok önemli olduğu ülkemizde engelli futbolu da her türlü ilgi ve desteği görmeli... Dileriz Ay-yıldızlı takımımız bu başarısını 2016 Paralimpik Oyunlarında da sürdürür ve olimpiyat şampiyonu olur. Biz de onlarla bir kez daha gurur duyarız.

ALİYE YÜCEL