> Engeloji

Translate

8 Şubat 2015 Pazar

DAMLA İLE DERİN


Bu hafta size uzun zamandan beri yazmak istediğim bir konudan, Küçük Kırmızı Pabuçlar'dan bahsetmek istiyorum. Küçük Kırmızı Pabuçlar ne mi? Bir blogun ismi... Blogu Aytül Köktuna yazıyor. “Küçük Kırmızı Pabuçlar” ne güzel bir isim değil mi? Sanki bir masal adı gibi... Bir varmış, bir yokmuş diye başlamasam da anlatacaklarımda bir masal gibi zaten... İnanıyorum ki sonunda da onlar muradına erecek, bizler de kerevetine çıkacağız!

Aytül Köktuna, blogger arkadaşım... Onu blogum sayesinde tanıdım. Birbirimizin blogunu takip ediyoruz. Yüz yüze görüşmesek de, yıllardır tanıyor gibiyim. Aytül Köktuna, Marmara Üniversitesi Radyo, Televizyon, Sinema bölümü mezunu… Uzun yıllar televizyonda çalışmış, evlenince de reklam sektörüne geçmiş. Aytül’ün minik ikiz kızları var. Damla ve Derin. Öyle güzel, öyle sevimli, öyle tatlılar ki… Küçük Kırmızı Pabuçlar'da minik kızlarını ve yaşadıklarını anlatıyor.

Damla ve Derin, birer kas hastası. İkizler; kısa adı CMD olan, Merozin Negatif Konjenital Musküler Distrofi hastalığı taşıyorlar. CMD genetik bir kas hastalığı. Merozin proteini kas, sinir ve dokusunda bulunuyor. 6. kromozomlardaki bir gen tarafından üretiliyor. Bu protein üretilmeyince eklem sertlikleri meydana geliyor Özellikle de bilek, diz ve kalçada… Kaslar güçsüzleşiyor. Kullanılmayan kaslar kısalıyor. Eklemler sertleşiyor. Eğer fizyoterapi ile korunmazlarsa vücut deformasyona uğruyor.

Aytül; minik bebeklerinin bu hastalığı taşıdığını, kesin tedavisi olmadığını öğrenince, yapılması gereken ne varsa öğrenip yapmaya koyulmuş… Diyeceksiniz ki her anne baba bunu yapar. Ama bu o çok farklı… Bu konudaki çabası takdir edilecek düzeyde… Ne demek istediğimi blogundaki her satırı okuduğunuzda anlayacaksınız. Bu hastalıkta ailesinin çabası da kayda değer… Aytül’e eşi, annesi, babası, kayınvalidesi, kayınpederi, ağabeyi, ablası yardımcı oluyor. Biliriz ki böyle zamanlarda destek çok önemli… Blogunda kendisinin, ailesinin her çabasını ve kızlarının her gelişmesini paylaşıyor. Bu durumu yaşayanlar için de çok değerli bir paylaşım oluyor.


İkizler şimdi beş yaşında, henüz yürüyemiyor. Ama ben yürüyeceklerine gönülden inanıyorum. Damla ve Derin’i gerçekten merak ediyorum. Bu nedenle Küçük Kırmızı Pabuçlar'da yazılan her paylaşımı merak ve heyecanla okumaya çalışıyorum. Bazısı çok tanıdık geliyor. İşte bir örnek: Aytül, bir gün mağazada bir annenin 3-4 yaşındaki kızına ayakkabı aldığını görüyor. Ağlayarak mağazadan çıkıp eşine “Biz… Kızlarımıza hiç ayakkabı alamayacağız…” diyor. Onun o an ki ruh halini öyle iyi anladım ki… Okurken o sahnede Aytül’ün yerinde annem vardı! O da bu anları çok yaşadı. Bunu kız kardeşim ile yeğenime en güzel ve en pahalı ayakkabıları almasından biliyorum.

Yazdıklarımla Aytül’ü asla incitmek istemem. Ancak eminim ki pek çok kişi bu hastalığı duyunca “Aaa iki çocuk birden, ne kötü bir durum…” diye düşünmüştür. Bunu açıkça söylemese bile belli etmiştir. Evet, aile için bakımı ve uğraşması daha zor olabilir. Ancak ben bu konuda çok farklı düşünüyorum. Damla ve Derin açısından bakıyorum. Kendi gibi aynı durumda olan, aynı şeyleri yaşayan birinin daima yanında olması bence en büyük destek… Öyle ya empati yapmaya gerek bile kalmıyor! Her yönden birbirlerine verecekleri desteği kim onlara verebilir ki?

Aytül, bu hastalığı kızlarıyla beraber yenmeye çalışıyor. Kızlarını getirebileceği en yüksek seviyeye taşımak için çabalıyor. Bu onun misyonu… O, hayatta öğrenecekleri pek çok şeyi bu kısa sürede kızları sayesinde öğrendiklerini belirtiyor. Mutluluğu, hayata olumlu bakmayı, her koşulda gülümsemenin değerini… Kızlarını güçlü yetiştirmeye çalışıyor. Engelli ancak ruhen güçlü… Kızlarına da “Engeller bedende değil yüreklerde… Düşüncelerimizde… Sevgili kızlarım sizinle birlikte aştık bu duvarları…” diye sesleniyor. Damla ve Derin’den bir isteği daha var. Küçük Kırmızı Pabuçlar'ı bir gün onlara devredip, onların kaleminden okumak…

Takip etmek isteyenler için:
http://kucukkirmizipabuclar.blogspot.com.tr/


ALİYE YÜCEL         

1 Şubat 2015 Pazar

DOSTLUĞA DAİR


Çok merak ettiğim “Sen, Sen Değilsin” filmini sonunda izledim. Bu film bana "Dostluk var!" dedirtti. Evet, dostluk var ve bu insanlar için çok önemli... Dost olmak için de; sosyal statü, ekonomik güç, kişilik yapısı gibi çeşitli özelliklerin aynı olması gerekmiyor. Gerçek dostlukta bütün bunların hiçbir önemi kalmıyor, bunu görüyoruz. Filmde, iki farklı kadının birbirleriyle iletişimi ve dostluğu öyle güzel aktarılmış ki… “Dost olmak demek, bu olsa gerek” dedirtiyor.

Sen, Sen Değilsin ( You’re Not You) filmi 2014 yapımı bir dram… Filmin yönetmeni George C. Wolfe. Başrollerini Hilary Swank, Emmy Rossum, Josh Duhamel ve Ali Larter paylaşıyor. Film, engelli bir kadın ve ona bakmak için gelen genç kız arasındaki dostluğu çok güzel bir biçimde anlatıyor. Sen, Sen Değilsin; Can Dostum (Intouchables-2011) filmine benziyor. Can Dostum’da da bir engelli ve onun bakıcısı vardı. Ancak aralarında bir fark var cinsiyetleri…

Filmin konusu şöyle: Kate, başarılı bir yazardır. Eşiyle çok mutlu bir hayatı varken, bir gün ALS teşhisi konur. Bu hastalık nedeniyle günlük aktivitelerini yerine getirmekte zorlandığı için bir yardımcıya ihtiyacı vardır. Yardımcı olarak bir gün üniversite öğrencisi Bec gelir. Bec, beceriksiz, kaba ve sorumsuz bir genç kızdır. Kate’in kocasıyla sorunları vardır. Bec’in de ilişkileri kötü gitmektedir. Bec, öz bakımını bile kendisi yapamayan Kate’e yardımcı olurken çok iyi birer dost olurlar…


Filmde; geçen yıl yapılan Ice Bucket Challenge (Bir Kova Buz) kampanyasıyla dikkati çeken ALS hastalığı çok etkileyici bir biçimde anlatılmış… ALS hastalığı; merkezi sinir sisteminde hücrelerin kaybı ile ortaya çıkıyor. Bu nedenle kaslarda güçsüzlük başlıyor. Kasların zayıflığı önce ellerde başlıyor. Sonra sıra bacaklara, ağza ve dile geliyor. Ve en sonunda tüm vücut etkileniyor. Filmde de bu süreç çok güzel aktarılmış…

Sen, Sen Değilsin; ALS hastalığına farkındalığı arttırmak için çok etkili bir film… Kate rolündeki Hilary Swank büyük bir performans sergiliyor. Bir ALS hastasını nasıl gözlemlediyse artık, insanı gerçekten bu hastalığa yakalandığına inandırıyor. Yaşadığı psikolojiyi öyle güzel aktarıyor ki etkilenmemek elde değil. Filmin insana kattıkları çok fazla… Bir engelliye yaşadığı, zorlandığı, çaresiz kaldığı anları anlatıyor. Engeli olmayanlara ise empati yapmalarını sağlıyor. Herkese de kaderin önüne geçilmeyeceğini bir kez daha idrak ettiriyor.

Filmin sloganı “Hayat, bizi nefessiz bıraktığı anların çokluğuyla ölçülür…” Sadece dostluğa değil; hayata, aile kavramına, aşka, sevgiye dair de çok çarpıcı ayrıntılar var. Duygu yüklü bu filmden kim ne kadar etkilenir bilemem. Ama bu film beni ağlattı. Gözyaşlarımı tutamadım. Filmi izlerken mutsuz iki kadının aralarındaki yakınlığı ve samimiyeti anlıyor ve görüyorsunuz. Ancak bir sahne geliyor ki dostluklarının ne kadar büyük olduğunu yüzünüze çarpıyor. İşte o zaman arkadaşlığın, dostluğun her şeyden önde olabileceğini anlıyorsunuz. Etkisi öyle büyük oluyor ki sizi yüreğinizden yakalıyor.

Not: Bu filmi bana da bir dostum tavsiye etmişti. Ona çok teşekkür ediyorum...


ALİYE YÜCEL

25 Ocak 2015 Pazar

GÖZÜM OL


Teknoloji ve teknolojik gelişmelerle pek fazla ilgilenmiyorum. Ancak engelliler için yapılan teknolojik gelişmeler ister istemez ilgi alanıma giriyor. Ayrıca teknolojinin engelliler alanında kullanılması çok da hoşuma gidiyor. Eyes Robocat’in görme engelliler için yaptığı “Be My Eyes” dikkatimi çekti. Danimarkalı firmanın buluşu olan uygulama, görme engellilerin hayatını kolaylaştırmak üzere tasarlanmış…

Be My Eyes, gören kişilerin görme engellilere yardımcı olması amacıyla oluşturulmuş. Gören kişiler ile görme engelliler arasında uzaktan canlı video görüntüsüyle köprü oluyor. Bu uygulama çok basit aslında… Şöyle çalışıyor: Telefonunda bu uygulama bulunan görme engelli kullanıcı kamerasını açıyor ve görmek istediği şeye doğru tutuyor. Bu arada gören kullanıcı da gördüklerini anında söylüyor. Bu uygulama gönüllük sistemine göre telefona indiriliyor. Uygulama telefona yüklenirsen “Görüyor musun?” ve “Görme Engelli misin?” diye soruyor. Kişiler durumlarına göre bunu indiriyor. Kimi yardım alıyor, kimi de yardım ediyor.

Bu uygulama örnekle şöyle: Görme engelli bir kişinin bir markette olduğunu düşünelim. Bu uygulama ile kamerayı tutup “Elimdeki sütün son kullanma tarihi geçmiş mi?”, “Bu ürünün fiyatı nedir?”, “Elimdeki konservede ne var?”, ya da çevreye tutup “Kozmetik reyonu ne tarafta?” diye gönüllü birini bulup soruyor. Gören kişi o an için görme engellinin gözü oluyor. Videoya bakıp sorularının cevabını anında veriyor. Böylece gönüllü kişinin birkaç dakikasını alacak bu durum, görme engellinin işini çok kolaylaştırıyor.


Uygulamayı indiren gönüllüler sisteme kayıt olup, bir görme engellinin kendilerinden yardım istemesini bekliyor. İstek geldiğinde elinden geldiğince bilgi verip yardımcı oluyor. Görme engelli de bir şeyin ne olduğunu öğrenmek için birinin gelmesini beklemiyor. Anında kendilerine yardımcı olacak birini buluyor. İlk anda bunun suiistimal edilebileceği aklıma geldi. Ama bunu onlar da düşünmüş olacaklar ki önlem alınmış. Sistem kötü amaçlı kullanımlarda kişiyi ağ dışında tutuyor.

Be My Eyes uygulamasını düşünenleri, yapanları kutlamak gerekir. Çok faydalı bir buluş olduğu kesin… Danimarka’da piyasaya çıkınca hemen ilgi görmüş… İlgi görmesi de gerekiyor. Çünkü ne kadar çok gören kullanıcı tarafından yüklenirse o kadar çok işe yarayacak. Şimdilik her telefonda yok. Ama yakında olacağı kesin… Birlikte yaşama kültürüne katkı sağlayan bu uygulama umarım Türkiye’de de yaygınlaşır.

Son olarak şunu belirtmek istiyorum. Akıllı telefonlarına pek çok gereksiz belki de bir kez kullanacakları çeşitli uygulamaları indirenler. Umarım bu uygulamayı da indirirler. Bunun için biraz duyarlı olmaları yeterli olacak. Günün birinde kendilerine ihtiyaç duyacak bir görme engelli çıkabilir. Böylece pek çok gören kişi bir sosyal sorumluluk projesini cepte taşımanın gururunu yaşar, birkaç dakikalığına da olsa birinin gözü olurlar!

ALİYE YÜCEL


18 Ocak 2015 Pazar

RENK NEDİR BİLMEDEN


Bir proje için Eşref Armağan'ın telefonu gerekiyormuş, benden istediler. Güncel numarası olmadığı için bir arkadaşımdan aldım. Bulunca da hemen aradım. Görmez ressam Eşref Armağan'ı yıllar öncesinden tanıyorum. Aradığımda uzun yıllar görüşmediğimiz için kendimi hatırlatma gereği duydum. Buna hiç gerek yokmuş aslında... Hemen geçmişi konuşmaya başladık. Eski günleri, Yaşama Sevinci Dergisi'ni, Faruk Bey'i (Öztimur), ilk sergisini... Eşref Ağabey her zaman ki gibi yine esprili, sevecen ve içtendi. Hep onu yazmak istiyordum. Bu görüşme sebep oldu.

Eşref Armağan'ı ilk tanıdığımda ve onun resimlerine baktığımda; önceleri gördüğünü, daha sonra görme yeteneğini kaybettiğini düşünüyordum. Çünkü ömrü boyunca hiç bir şey, hiç bir renk görmeyen birinin bunları yapabilmesi imkansızdı! Sonra bu resimleri nasıl yaptığını anlatmıştı. Ailesinden ve çevresinden nesnelerin nasıl olduğunu ve renklerini soruyordu. Bazılarının maketlerini buluyor, yaptırıyor ve onlara dokunarak öğreniyordu. Resimlerinin önce konturlarını çiziyor, sonra içlerini boyuyordu. Renkleri bir sıraya koyduruyor ve sıraya göre alıyordu. Fırça yerine de parmaklarını kullanıyordu.

Resimlerinin hepsi çok güzel ve çok etkileyici.... Denizi, baharı, çiçeği, böceği, kuşu görmeden resimlerini yapabilmek insanı şaşırtıyor. Ancak bence en ilginç olanı portre resimlerinin benzerliği idi. Bazı nesneler tarif ve maket yardımı ile yapabilir belki. Ama portre böylesine nasıl benzetilir? İnsan hayrete düşüyor. Tansu Çiller, Süleyman Demirel ve başka  bir çok ünlünün resimleri öyle çok benziyor ki... Pek çok kişinin görerek yapamayacağı resimleri o hiç görmeden yapabiliyor. Çok şaşırtıcı..


Eşref Armağan'ın doğuştan görme engelli bir ressam olması, yani hiç görmediği halde resim yapması dünyanın da ilgisini çekti. Bu ilginç durumu nedeniyle, dünya çapında bir üne sahip oldu. Harvard Üniversitesi'nde beyin fonksiyonları incelenmiş ve bir nesneye dokunduğunda beyinde görülen cisimlerin algılanması ile ilgili bölümün hareket geçtiği görülmüştür. İngiliz bilim dergisi New Scientist'te hakkında makale yayınlanmıştır. Discovery Channel'da da onun için yapılan The Real Superhumans (Gerçek Süper İnsanlar) isimli belgesel gösterilmiştir.

1953 yılında İstanbul'da doğan Eşref Armağan, uzun süre İstanbul'da yaşadı. Şimdi kendi gibi görme engelli eşiyle Ankara'da yaşıyor. Eşref Ağabey'e "Sizi blogumda yazmak istiyorum. Ama sizinle ilgili öyle çok haber yapıldı ki, sizinle ilgili her şey yazıldı. Ben artık ne yazayım? Farklı bir şey var mı?" dediğim de "Evet farklı bir şey var! Dişlerimi yaptırdım..." diye espri yaptı. Bilmeyenler için en önemli bir diğer özelliği de espritüelliğidir. Konuşmalarını, anlattıklarını mutlaka bir espri ile süsler. Telefon konuşmamızda da böyleydi.

Kardeşim ve ben Eşref Armağan'ın ilk sergisinin hazırlık aşamasında bulunmuş ve sergiden bir tablosunu almıştık. "Allah'a Dua (1991)" isimli bir tablo... Kardeşimle bu tabloyu paylaşmadık. Şimdi benim duvarımı süslüyor. Tablosuna her baktığımda ondan büyük bir güç alıyorum. Her baktığımda o tablo bana pek çok şey anlatıyor. Mücadeleyi, gücü, yılmamayı, şükrü ve daha bir çok şeyi... Eşref Ağabey, bakmadan görmüş ve renk nedir bilmeden ressam olmuş... Yani çok özel biri... Yoksa insan hiç görmediği halde nasıl resim yapabilir öyle değil mi?

ALİYE YÜCEL

11 Ocak 2015 Pazar

ÖSYM'DEN ENGELLİLERE FARKLI UYGULAMA


Bu yıl; Ölçme, Seçme ve Yerleştirme Merkezi (ÖSYM) engelliler için özel bir düzenleme yapıyor. Sağlık veya engel durumu nedeni ile bir alet, araç gereç ve cihazla sınava girmeleri gereken adayların, sınav konforunu temin etmek ve daha rahat koşullarda sınavlarını gerçekleştirmelerini sağlamak amacıyla, cihazlarıyla sınava girmelerine izin verilecek. Engelliler için çok gerekli bu uygulama ilk defa yapılacak.

Ölçme, Seçme ve Yerleştirme Merkezi; Yükseköğretime Geçiş Sınavı'nda (YGS), sağlık ve engel durumu nedeniyle sınav güvenliğini zedeleyecek nitelikte alet, araç gereç ve cihaz kullanmak zorunda olan adayları, dışarıyla iletişimi kesilmiş yüksek güvenlikli, her türlü kablolu ve kablosuz iletişimi kesilmiş binalarda sınava alınacaklar. Bu binalarda giriş ve her salonda sınav uygulaması kamerayla kayıt edilecek.

Böylece adaylar; ÖSYS sınavlarında sağlık veya engel durumu nedeniyle gözlük tipi işitme cihazı, işitme cihazı, biyonik kulak, tekerlekli sandalye, atel, elektronik büyüteç, oksijen tüpü, masa lambası, koyu renk camlı gözlük, bilgisayar, braille daktilo, kalp pili, kağıt torba, insülin iğnesi, insülin kalemi, enjektör, şırınga, şeker ölçüm cihazı, protez, ortez, diren, kateter, boyunluk veya destek malzemesi, eldiven, havlu, peçete, bez, hasta bezi, bere, şapka, bandaj, saç tokası, astım ilacı ve spreyi, göz damlası, ek gıda, oturma simidi, yastık, maske, pant, dizlik gibi araç ve gereçleri kullanabilecek.


Adaylar başvuru süresi içerisinde kullanmak istedikleri cihazların resimlerini ve özelliklerini içeren dilekçelerini ÖSYM'ye iletecek. Ayrıca sınavlarda şimdiye kadar kullanılan 14 punto soru kitapçığına ilave olarak, sınavda 18 veya 22 punto soru kitapçıkları da olacak. Görme kaybı olan adaylarda isterlerse bu kitapçıklardan isteyebilecekler.

Buraya kadar yazılanlardan bu uygulamanın çok gerekli ve örnek bir uygulama olduğu tartışılamaz. Ancak bundan sorası tam bir fiyasko! Neden derseniz... Şöyle: 2015 - ÖSYM kılavuzunda yer alan bilgiye göre, ÖSYM tarafından her türlü kablolu ve kablosuz iletişimi kesilmiş binalar sadece Ankara'da hazırlanacak. Yani bu uygulama sadece Ankara'da olacak. Bu tür alet, araç gereci kullanan adaylardan Ankara'da sınava girmek istemeyenler ise; diğer tüm adayların sınava alındığı binalarda, ilgili alet, araç-gereç ve cihazı kullanma izni verilmeden sınava girecekler!

Bir arkadaşımın bana gönderdiği bu habere okuduğumda, inanamadım. Yanlışlığını nasıl anlatsam, nereden başlasam bilemedim. Ankara dışında sınava girenler çok büyük bir haksızlığa uğrayacaklar. Bu kesin... Sınav için Ankara gitmeye kalksalar bu hiç de kolay değil. Üstelik engelliler için... Bunu düzenleyenler bunu nasıl düşünemedi? Anlamak çok zor... Neden Ankara? "Peki İstanbul mu olsun?" derseniz. Hayır! Sadece İstanbul'da olmasın. Ama her il ve ilçede olamazsa bile en azından her bölgede en az iki ilde olmalı. Bu gerekli uygulama sadece Ankara'da yaşayan ya da Ankara'ya gelebilecek engellilerle sınırlı olmamalı... Umarım kısa zamanda bu yanlıştan dönülür. Böylece bir çok engelli aday da haksızlığı uğramaz...


ALİYE YÜCEL 

4 Ocak 2015 Pazar

FARK "UMUT"


Geçtiğimiz  hafta Türkiye Beyazay Derneği Ege Bölge Koordinatörü Ali Rıza Soyaslan'ın yeni kitabı "Umut" elime geçti. Başarılı çalışmalara imza atan Ali Rıza Bey, kitabını imzalayarak bana göndermiş. (Ben kitabım Engeloji'yi gönderememiştim. En kısa zamanda imzalayarak kendisine göndereceğim...) Soyaslan, "Seninle Benim Aramda Fark Var: Umut" diyor... Kitabında engellilerle ilgili pek çok önemli araştırma, bilgi ve detay yer alıyor. Umut; ile engelli, ve engelsiz herkese çok şey anlatıyor.

Ali Rıza Soyaslan, kitabın sunumunda kendisi engelli olmasa da; anne, baba ve iki ağabeyinin engelli olduğunu anlatıyor. Bu konudaki duyarlığını, engelli sorunlarını neden dikkate aldığını ve bu konuda neden bir şeyler yapabilmek istediğini böylece anlıyoruz. Yaşadıkları ve çevresinde gördükleri onda bir farkındalık meydana getirmiş... Engelli nedir ve topluma nasıl kazandırılır gibi konuları bizzat yaşayarak öğrenmiş... Böylece  de engelli ve engellilik konularındaki gördüklerini "Seninle Benim Aramda Fark Var: Umut" diyerek ortaya koymuş...

Soyaslan, kitabın arka kapağındaki yazısına; Şems-i Tebrizi'nin sözüyle başlamış "Kalk silkelen, kendine gel! Umutsuzluğu sarılma, umutsuzluk şeytandandır! Ümit etmek Allah'tandır!" ve şöyle devam ediyor. "Umut dolu olmalı bir Müslüman. Yaşantısındaki her alana pozitif mutluluk saçmalı. Müslüman ile diğer dinlere mensup insanlar arasında fark olmalı. Bu fark umut olmalı. Engellilerin dünyası ise bambaşka. Seninle benim aramda fark var, Umut diyorlar. Her alanda başarılılar... Şükür halindeler. Engelli kardeşlerimizin dünyalarına girdikten sonra başarının ne demek olduğunu gördüm. Var olana şükür etmenin anlamını öğrendim..."


Gonca Yayınları'ndan çıkan Umut, çeşitli bölümlerden meydana geliyor. İmtihan Farkındalığı, Mananın Avucundaki Engelliler, Kuran'ın Engellilere Mesajı, Yıldızlar Geçidi, İş Hayatı Tüyoları, İnternet Dünyasından Paylaşımlar, Başarı Çeşmesinden Damlalar kitabın bölümlerinden bazıları... Ali Rıza Soyaslan, engelli ve engellilik konularını pek çok açıdan ele almış. Kitabında güzel sözlere, öz deyişlere, engelli hikayelerine, çeşitli alıntılara ve bazı haberlere yer vermiş. Engellilerle ilgili derlediği konuları kaynak göstererek yazmış.

Kitaptaki son söz ise "Bir engelle karşılaştığınız zaman, şikayette bulunarak ağlayıp sızlamak yerine, onu cesurca göğüsleyin..." cümlesiyle başlıyor. Bu engelli ve engelsiz herkesin yapması gereken bir durum... Umut ile engellilerin başarıları, kişisel gelişime bir kitap olmuş... Kitap geldiğinde teşekkür etmek için aradığım Ali Rıza Bey; herkesin okuyabileceği bir kitap hazırlamaya çalıştıklarını ve bu kitabın geliri ile de Tavşanlı'da engellilere yönelik yeni bir sosyal tesis kuracaklarını anlattı. Kitap çok güzel bir amaç için satışa sunulmuş... Gerçekten de engellilerin sosyal tesislere çok ihtiyacı var. Umarım satışları iyi olur ve bu istekleri gerçekleşir.


ALİYE YÜCEL

28 Aralık 2014 Pazar

AKIL OYUN EDERSE


Orijinal ismi A Beautiful Mind olan Akıl Oyunları filmini pek çok kişi seyretmiş ya da adını duymuştur diye tahmin ediyorum. Filmde Nobel Ekonomi Ödüllü ünlü matematikçi John Forbes Nash'ın hayatı ve dolayısıyla şizofreni hastalığı anlatılıyordu. Nash'ı dünyaca ünlü Avustralyalı oyuncu ve yönetmen Russell Crowe başarıyla canlandırmıştı. 2002 yılında gösterime giren filmi Ron Howard yönetmiş ve iki dalda Oscar almıştı.

Russell Crowe, ülkemizde çektiği yeni filmi Son Umut'un galası için geldiğinde TV 8'de bir programa katıldı. Bu programda Gladyatör'den, Cinderella Man'a kadar pek çok filminden bahsedildi. Bu filmlerle ilgili sorular soruldu. Bir soru da Akıl Oyunları filmi için geldi. Bu soru bu filmdeki şizofreni hastasını nasıl bu kadar başarıyla canlandırdığı oldu. Russell Crowe, bu konuda profesyonelliğini gösterdi. Şizofreni hastalarının videolarını izlediğini ve onların karakteristik 21 vücut hareketini öğrenip öyle hazırlandığından bahsetti. Böylece John Forbes Nash rolünü nasıl oynadığını açıkladı.

John Forbes Nash, 1928 yılında doğmuş ve halen hayattadır. 1994 yılında Oyun Teorisi ile Nobel Ekonomi Ödülü'nü almıştır. İlginç olan taraf şudur ki, Oyun Teorisi'ni 21 yaşında doktora tezi olarak sunmuş ve 45 yıl sonra ödül almıştır. Nash, genç yaşta gizli bir görevde profesör olarak çalışmaya başlamış, soğuk savaşta şifre çözücü olarak çalışmıştır. Çarpıcı fikirleri ile matematik alanında önde gelen isimlerden biri olarak görülmüştür. 30 yaşından önce eşi Alicia Larde ile evlenmiş ve bir çocuğu olmuştur.


John Forbes Nash, öğrencilik yıllarından itibaren hayaller görse de normal bir şekilde hayatını sürdürmeye çalışmıştır. Kendisi fark etmese de arkadaşı sayesinde hasta olduğu ortaya çıkmış ve paranoid şizofreni hastası olduğu anlaşılmıştır. Bu arada hastanede kalması gerekse de eşi ve kendisi istememiştir. Bu hastalıkla baş etmesinde ki en büyük destek eşinden gelmiştir. Ödülünü de ona ithaf etmiştir. Nash, dünyayı dolaşıp Oyun Teorisi hakkında konferanslar vermiştir. 2012 yılında Türkiye'ye de gelmiştir.

Akıl Oyunları, süresi iki saati aşsa da ilgiyle seyredilecek bir film... Film sayesinde şizofren birini ve şizofreni hastalığını bir ölçüde öğrenmiş oluyoruz. Psikolojik engellilik çevre açısından en zor engellilik türlerinden biridir. Çünkü çoğu zaman hasta yaptıklarının ve davranışlarının farkında değildir. Ama ailesi ve çevresi bundan büyük ölçüde etkilenir. Filmin belki de en umut verici yönü bu hastalığın tedavi edilebileceği ve şizofren birinin de büyük başarılara imza atabileceğini göstermesidir.

Akıl Oyunları yani A Beautiful Mind aynı adlı kitaptan senaryolaştırılmıştır. Türkiye olarak yabancı film isimlerini çevirme konusunda hangi noktadayız bilemem. Kimi çok başarılı buluyor, kimi de başarısız... Bazı filmlerin Türkçe isimleri uygun olmayabilir. Ama ben A Beautiful Mind isminin Akıl Oyunları olarak çevirisini çok başarılı bulmuştum. Psikolojik engelliliği çok güzel anlatıyor. Çünkü bu hastalıkta, akıl insana gerçekten oyun ediyor! Kişi de bu duruma gelebiliyor ve böyle davranıyor. Yoksa bütün bu davranışları ve yaptıkları nasıl açıklanabilir ki? Allah hepimizi nefsin ve aklın oyunlarından korusun.


ALİYE YÜCEL