> Engeloji : Sağır

Translate

Sağır etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Sağır etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

6 Mart 2022 Pazar

TARİHE GEÇTİ



28. Screen Actors Guild (Ekran Oyuncuları Birliği) ödülleri sahiplerini buldu. En İyi Oyuncu Kadrosu Ödülü'nü alan ve Oscar'larda da En İyi Film kategorisinde aday olan CODA filminin oyuncusu Troy Kotsur, "En İyi Yardımcı Erkek Oyuncu" ödülünü alarak bu dalda ödül kazanan ilk işitme engelli oyuncu oldu.

53 yaşındaki usta oyuncu ödül töreninde adı okunduğunda başını ellerinin arasına aldı. Sahnede karısına "Kırmızı halıda yürümeden önce uçuşumu kontrol etmemi hatırlattığın için teşekkür ediyorum..." dedi. Troy Kotsur, bireysel bir SAG Ödülü alan ilk işitme engelli aktör olarak tarihe geçti.

Kotsur, oyunculuğa yeni başlayan biri değil. 1980'lerin sonlarında Gallaudet Üniversitesi'nde sahne sanatları okudu. Ardından Ulusal Sağırlar Tiyatrosu gibi şirketlerle "A Streetcar Named Desire" gibi tiyatro yapımlarında turneye çıkmaya başladı. "Scrubs" ve "CSI: NY" gibi dizilerde konuk oyuncu olarak yer aldı. Ancak sinema kariyeri daha çok küçük, bağımsız filmlere odaklandı.


Troy Kotsur ile yapılan bir röportajda "İnsanlar televizyonda ve filmlerde, sağır karakterleri kurban ya da sempatik karakterler olarak görme eğilimindeler..." diyerek bu durumdan yakınıyor.

Rollere seçilmesinin kolay olmadığını ancak bu konuda ısrar ettiğini "Seçmeler sırasında genellikle rolü  alamazdım çünkü çoğu zaman “Konuşabilir misin?” diye sorarlardı. Ve tabii ki başka bir oyuncu benden daha iyi konuşabilirdi. Çünkü ben tamamen sağırım ve bu zor olabiliyor. Bu yüzden reddedilmeye gerçekten alıştım. Aslında bu benim için durumu kabul etmeyi ve devam etmeyi öğrenmem için iyi bir eğitimdi..." diyor. 

Artık engellilerin önemli rollere seçilebildiğini ve bunun geçici bir moda olduğunu da düşünmüyor. "Hollywood'u ilk kez gerçekten bu kadar motive olmuş görüyorum. "Sağırlık bu yıl neredeyse sıcak bir konu! Teklifler alıyorum. Bir veya iki projeyi düşünebilirim..." diye belirtiyor. Engelli oyuncuların çeşitli rollerde olması güzel gelişme...

ALİYE YÜCEL 

12 Kasım 2017 Pazar

SAĞIR KALAMADIM!


Türkiye Futbol Federasyonu işitme engellilerin oynadığı ligin adını "Turkcell Sağırlar Futbol Süper Ligi" olarak değiştirdi. Bu değişiklik İşitme Engelliler Spor Federasyonu'nun yönetim kurulu kararı ve talebi ile yapıldı. Türkiye Futbol Federasyonu bu konuyla ilgili: "Türkiye Futbol Federasyonu'nun "Türkiye Futbol Oynuyor" projesi kapsamında destek verdiği İşitme Engelliler Spor Federasyonu bünyesinde bulunan ligin adı "Turkcell Sağırlar Futbol Süper Ligi" olarak değişti" diye açıklama yaptı.
   
Önceden "İşitme Engelliler" isimlerini kullanan İşitme Engelliler Spor Federasyonu, sporcuların kendilerine "engelli" denmesini istememesi ve "sağırlar" olarak nitelendirilmesini talep etmesinden dolayı böyle bir isim değişikliğine gitmişler. Bu değişiklik futbolcuların isteği ve talebiyle yapılmış! Evet! Bu değişiklik bizzat İşitme Engelliler Spor Federasyonu ve futbolcular tarafından talep edilmiş. İnanılır gibi değil. Duyunca inanamadım. Bir an yanlış duyduğumu bile sandım.

Biz engelliler için; kör, topal, sağır, çolak, kambur gibi olumsuz sıfatların kullanılmaması için uğraşalım. İşitme Engelliler Spor Federasyonu da "işitme engellileri", "sağırlar" olarak değiştirsin. O zaman İşitme Engelliler Spor Federasyonu da adını değiştirsin ve Sağırlar Spor Federasyonu yapsın. İşitme Engelliler Spor Federasyonu, bu konu ile bir açıklama yapmış. Uzun bir açıklama. Ama tamamının yazmadan geçemeyeceğim. İşte o açıklama:


"Federasyonumuzun faaliyetleri içinde yer alan İşitme Engelliler Futbol Süper Ligi yönetim kurulu kararıyla bu sene ana sponsorumuzun da Turkcell olması sebebiyle "Turkcell Sağırlar Futbol Süper Ligi" olarak kamuoyuna lanse edilmiştir.
Ancak işitme kaybı olan bireyler için kullanılan "sağırlar" ifadesi toplumun çeşitli kesimleri tarafından yanlış algılanmış "aşağılama, küçük görme" gibi anlamları zihinlerde oluşturmuştur.
İşaret dili ve sağırlık üzerine yapılan bilimsel çalışmalarda sağır kavramı işitme kaybı olan bireyler için kullanılmakta ve bir "engel" veya "özür" olarak görülmemektedir. İşitememe durumu hem tıbbi olarak hem de sosyo-kültürel olarak tanımlanmıştır.
Sağır kavramı işaret dilini öncelikli iletişim dili olarak benimseyen ve kendilerini sağır toplumuna ait hisseden bireyler için kullanılmaktadır.
Öte yandan sağır toplumu, kendi içlerinde örgütlenen, gündelik iletişimde işaret dillerini kullanan bireylerin oluşturduğu topluluğa verilen adlandırmadır. Türkiye'nin dört bir köşesinde sağırlar federasyonu ve dernekleri içerisinde yer alan kendilerine ait ulusal ve uluslararası tiyatro gibi sanatsal etkinlikler yürüten, lisanslı sporcular yetiştiren çok zengin bir alt-kültürdür.
Düzenlenen uluslararası faaliyetlerde de "deaf" kelimesi geçer ve Türkçe karşılığı 'sağır'dır. Sağır toplumu, bu kelimeyi benimsemiş ve bu kelimeyle ilgili bir rahatsızlık söz konusu değildir.  
Kendisi de sağır olan Federasyon Başkanımız Yakup Ümit Kihtir, sağır yönetim kurulu üyelerimiz ve kulüplerimizin ortak kararıyla futbol liginde olduğu gibi diğer liglerde ve faaliyetlerde de "İşitme Engelliler" yerine "Sağırlar" ifadesinin kullanılmasına karar verilmiştir."

İşitme Engelliler Spor Federasyonu'nun yukarıdaki açıklamasını okudunuz. Açıklama çelişkilerle dolu... Kendileri de; "İşitme kaybı olan bireyler için kullanılan "sağırlar" ifadesi toplumun çeşitli kesimleri tarafından yanlış algılanmış "aşağılama, küçük görme" gibi anlamları zihinlerde oluşturmuştur" demişler. Peki o zaman bu değişiklik niye? Anlamak zor. Onlar böyle istiyorsa ben de "Bu konuya sağır kalalım" diyeceğim! Ama gönlüm el vermiyor. Çünkü bu bütün engellilere yapılan bir haksızlık...

Bu durumda; görme engelliye "kör", bedensel engellilere de "topal", "çolak" gibi ifadeler mi kullanılsın? Kavramlara takılmamak gerekir diyenler olabilir. Ancak "sağır" kelimesinin kişiyi aşağıladığını ve küçümseme amacıyla kullanıldığını bilmeyen var mı? İşitme engelli futbolcular "engelli" kelimesini neden istememişler ki? Engelli terimi, sağır kelimesinden çok daha uygun. Ayrıca, bir engele çözümler getirmeyi çağrıştırıyor. Farkındalık sağlıyor. Böylece, engellerin kalkması için bir şeyler yapılabilir ve işitme engelliler için yaşanılabilir bir hayat sağlanabilir. Yoksa sorunlara sağır kalınabilir!


 ALİYE YÜCEL 

8 Mayıs 2016 Pazar

ENGELLİ FARKINDALIĞI HAFTASI


10 Mayıs ile 16 Mayıs arası Engelliler Haftası... Bu haftada, Birleşmiş Milletlere üye olan ülkelerde engelliler hatırlanıyor ve engelli sorunları gündeme alınıyor. Dünyanın pek çok yerinde kutlanan bu haftayı "Engelli Farkındalığı Haftası" olarak görüyorum. Bu haftada yapılacak en önemli etkinliğinde engelli farkındalığının oluşturulması için çaba harcamak olduğuna inanıyorum. Bu konuda çalışmalar yapılmalı... Gerisi boş!

Bu haftada da her yıl olduğu gibi yine engelliler konusuna dikkat çekilecek. Çeşitli kurum ve kuruluşlarda etkinlikler düzenlenecek. Medyada da bu konu ile ilgili pek çok haberler yapacak. Yıllardır bu böyle sürüyor. Ancak "Bu yeterli oluyor mu? Bir faydası var mı?" derseniz. Cevap tabii ki "Hayır". Çünkü engellilerin sorunları, sıkıntıları devam ediyor. Çünkü, engelliye bakış sakat! Çünkü, engelliye bakış çok yanlış... Bu bakış olduğu sürece bu durumun değişmesi oldukça zor.

Engelliye bakış açısı artık değişmeli... Engelliye doğru bakış küçük yaşta kazandırılmalı... Bu nedenle anne, baba ve öğretmenlere büyük iş düşüyor. Çocuk engelliye acımamayı, küçümsememeyi, alay etmemeyi öğrenmeli... Ders kitaplarında engelli algısı doğru olarak anlatılmalı... Çocuk büyüdüğünde de engelliye ön yargı ile bakmamalı... Engelliye “sakat, aciz, cüce, topal, çolak, kör, sağır, spastik, kambur” diyerek yaklaşmaması öğretilmeli ve çocuk bunu bilmeli...


Engelli kişilerle iletişimde yapılan en büyük yanlış ön yargıdır. Engellilik negatif bir durum gibi görülmüştür. Engellilik negatif bir durum olmaktan çıkıp bir farklılık olarak kabul edilmelidir. Engelliliğin bir farklılık olduğu kabul edilip, ona göre davranılmalıdır. Herkes farklı bir özelliğe sahiptir. Engellilik de böyle bir farklılık olarak görülmelidir. Engelliye acımadan, küçümsemeden yaklaşılmalıdır.

Engelliler ve dolayısıyla Engelliler Haftası'nın ne zaman kutlandığı ve önemi kaç kişi umurunda bilemem. Ancak "Herkes bir engelli adayıdır...", "Engelliler de yaşamımızın parçası...", "Bizler de birer potansiyel engelli adayıyız..." gibi cümleler ve söylenen sahte dileklerde engellilerin umurunda değil inanın! Bu konuda duyarlılık olmayınca, empati yapılmayınca, söylenenler çok yersiz oluyor, anlamsız kalıyor.

Engellileri bir haftada hatırlamak, sadece bu haftada onların sorunlarını görmek ve sorunlara çözüm aramak yetmez. Hafta bittiğinde her şey yine aynı olacaksa bunun bir anlamı var mı? Bu nedenle her alanda bir farkındalık oluşturulmalı... Her alanda engelli kişilerin varlığı da düşünülmeli... Engelli olmak diğer bireylerle beraber yaşamaya engel olmamalı... Engelli farkındalığının artması ve engellerin kalkması dileğiyle...

ALİYE YÜCEL

2 Ağustos 2015 Pazar

17. DÜNYA İŞİTME ENGELLİLER (SAĞIRLAR) KONGRESİ


17. Dünya İşitme Engelliler (Sağırlar) Kongresi 28 Temmuz - 1 Ağustos 2015 tarihleri arasında İstanbul'da yapıldı. Bu yıl yapılması planlanan bu organizasyona aday olarak üç şehir vardı. Bunlar; Berlin, Mexico City ve İstanbul'du. Yapılan oylamada Berlin 12, Mexico City 10, İstanbul ise 49 oy almıştı. Böylece bu şehirleri geride bırakan İstanbul, bu kongreye ev sahipliği yapmaya hak kazanmıştı.

Dünyadaki işitme engelliler arasında önemli bir bilgi alışverişi sağlayan İşitme Engelliler Kongresi 4 yılda bir yapılıyor. Her kongre de döneme ve şartlara göre bir tema belirleniyor. İnsan çeşitliliğinin bir parçası olarak işitme engelli bireylerin kabul edildiği eşit bir dünya için, bu yıl "İnsan Çeşitliliğinin Güçlendirilmesi" temasıyla gerçekleştirildi. Kongreyi; İşitme Engelliler Federasyonu, Cumhurbaşkanlığı, Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı ve Türkiye Sakatlar Konfederasyonu destekledi.

Bu yıl  WFD üyesi 100'ü aşkın ülkeden gelen binlerce işitme engelli, uzman, akademisyen, bu alanda hizmet veren katılımcılar görüş, fikir ve deneyimlerini paylaştı. İstanbul Kongre Merkezi'nde yapılan organizasyonda  "2015 - 2019 Küresel İşitme Engelli Toplumu Politikaları" belirlendi. Böylece işitme engellileri ilgilendiren; erişilebilirlik, farkındalık, teknoloji, farklı işaret dilleri, eğitim, sağlık, insan hakları, istihdam, sanat gibi pek çok konu ele alındı.


Her ülkenin dili ve alfabesi farklı olduğu için işaret dilleri de farklı oluyor. Uluslararası organizasyonlardaki sunumlarda ise bulunduğu ülkenin işaret dili de kullanıldığı için17. Dünya İşitme Engelliler Kongresi'nin resmi dili İngilizce ve Türkçe olarak belirlenmiş. Ancak katılımcı olan ülkeler kendi işaret dili tercümanları ile çeviriler de yaptırdı. Bu nedenle kongrede pek çok işaret dili tercümanı görev aldı.

Dünya İşitme Engelliler Kongresi; işitme engellilerin sorunlarının tartışılması, ihtiyaçlarının belirlenmesi, haklarının bilinmesi ve hayat kalitelerinin arttırılması konusunda çok önemli bir organizasyon. Dünya Sağlık Örgütü verilerine göre 600 milyon, Türkiye'de ise 3 milyon civarında işitme engelli olduğu biliniyor. İşitme engellilerle ilgili her konu işitme engellinin ailesini ve yakın çevresini de ilgilendirdiğini düşünürsek bu sayı daha fazlalaşıyor.

Engelsiz bir dünya için atılan her adım çok önemli... Özellikle de böyle büyük organizasyonlar... Bu nedenle Türkiye İşitme Engelliler (Sağırlar) Milli Federasyonu'nun girişimleri ile bu yıl Türkiye'de yapılan 17. Dünya İşitme Engelliler Kongresi'nde ele alınan konular, paylaşılan fikirler, sorunların çözümünde gidilecek yollar ve alınan kararlar büyük önem taşıyor. Umarız kongreden çıkan sonuçlar, Türkiye ve dünyadaki bundan sonra yapılacak çalışmalara yön verecek ve işitme engellilere büyük katkı sağlayacaktır.

Not: Genelde 17. Dünya Sağırlar Kongresi olarak geçiyor. Ancak Dünya İşitme Engelliler Kongresi olarak tercih ettim.

ALİYE YÜCEL                          

26 Temmuz 2015 Pazar

KÜFÜRDE BİLE SÖYLENMEZ


Geçtiğimiz hafta Haber Türk'te yayınlanan Tarihin Arka Odası'na Prof. Dr. İskender Pala konuk oldu. Ünlü edebiyatçımız; çalışma saatlerini ve sistemini anlatı. Dinleyince bunca eser vermesinin ve başarısının tesadüf olmadığını anlıyorsunuz. Programda genel olarak; edebiyat tarihimiz,  aşk ve geçmişin bayramları konuşulsa da, daha pek çok konu ele alındı. "Küfür etmek" de konuşulan konulardan biriydi. Bunca güzel konu içinden neden küfür etmek konusunu seçtiğimi okuyunca anlayacaksınız!

İskender Pala, küfür etmek konusunda öyle ilginç bir ayrıntıdan bahsetti ki şaşırıp kalmamak elde değildi. Programda anlattıklarınla yetinmeyip, bu konu hakkında söylediklerini de okudum. Ünlü edebiyatçının anlatımına göre; Sözün 5 katmanı varmış. Bunlar; Kelam (Allah sözü), Hadis (Peygamber sözü), sonra söz, sözden aşağı laf (laf-ı güzaf) ve son olarak yozlaşmamış küfür gelirmiş. Hayata şiirden bakan atalarımızın küfür etmesi bile bir sanat değeri taşıyormuş!

Pala, küfür etmek ile ilgili şöyle devam ediyor: Kötü söz (küfür) her dilde vardır. Eskiler küfürü şiir diliyle ederler, küfür sözcüklerini özenle seçerlerdi. Küfürü öfkeyle değil, kişinin hatasını düzeltmek için söylerler, karşısındakini incitmemeye özen gösterirlerdi. Küfürlerinde edep ve latife bulunur idi. Hatta küfürün sözcüklerini seçemeyenler için bazı kişilerce özel dükkanlar kurulurdu. O dükkanların biri de Eyüp Sultan'daydı.


Vaktiyle Eyüp Sultan'da birçok helvacı dükkanı varmış. Helva, kelime anlamı itibariyle şeker demektir. Yani eskiler bugün kullandığımız şeker sözcüğünün helva biçiminde kullanırlardı. Bu helvacılardan bir tanesi var ki şeker satmanın yanında küfür de satarmış. Biri başka birine küfredeceği vakit bu adamdan küfür satın alırmış. Küfür satan adam, bir müşteri geldiğinde onun dükkana helva için mi küfür için mi geldiğini gözünden tanır ve ona göre davranırmış. Mesela, küfür satacaksa hokka ve divitini alır. Müşteriye, "Okuma yazman var mı?" diye sorar. Eğer, okuma yazma bilmiyorsa kimsecikler duymasın diye müşteriyi kulağına yaklaştırır gelen adam söyler. Küfürü yazar ve söyleyen kişiye telif ücretini verir imiş.

Başka bir müşteri geldiğinde ise maksadının helva ile alakalı olmadığını küfür için geldiğini anlar ve "Alıcı mısın? Satıcı mısın?" diye sorar. "Alıcıyım" derse. "Gel kardeş. Otur söyle..." der. Küfürü satmadan önce birkaç sual sorar. O sualler şöyledir:
1- Küfürü kime edeceksin?
2- Küfür etmeni gerektirecek ne yaptı?
3- Toplum içindeki itibarı ve görevi nedir?
4- Küfür edeceğin kişinin bedenen bir arızası (sakatlığı) var mı?
Evet... Bu soruları cevapladıktan sonra tüccar, uygun olan küfürü alıcıya verirdi...

Söyleşilerinde bunları anlatan Pala, programda da "Kişinin bedenen bir arızası (sakatlığı) varsa o yönde küfür yazılmaz ve söylenmezdi..." diye ilave etti. Ne büyük bir hassasiyet ve incelik değil mi? Öyle ya, küfür insana söylenecek en kötü sözdür. Orada bile engelli kişi düşünülerek hareket edilmiş. Engellileri küçük düşüren ve rencide edenler kullanmamış. Oysa halk arasında; kör, topal, sağır, deli, şaşı, kambur gibi engellileri niteleyen kelimeler rahatlıkla söyleniyor. Bunlar lakap olarak veriliyor. Bunlar söylenerek alay ediliyor. Yani küfür için bile tercih edilmeyen, küfürde bile söylenmeyen sözler rahatlıkla sarf ediliyor. Küfürde bile söylenmeyen sözler duymamak dileğiyle...

ALİYE YÜCEL



17 Şubat 2013 Pazar

BAL GİBİ OLUR


 
“Engelli öğretmen…”, “Engelli öğretmen atamaları…” cümlelerini duyunca hep içim sızlar. Engelli olduğu için öğretmen olamayanlardan biri de benim… Fakülteyi bitirdiğim yıllarda engellilere öğretmenlik hakkı verilmemişti. Gerekçe olarak “Öğrencilerin psikolojisi bozulur ve alay ederler…” gibi söylentiler vardı. Gerekçeler için neden böyle deniliyordu ve ne derece doğrudur bilemem ama engellilere öğretmenlik yapma hakkı verilmiyordu.
Yıllar boyu hep mesleğimi, nerede çalıştığımı ve ne iş yaptığımı soranlara şöyle bir cümle ile başlıyordum “Aslında öğretmenlik yapmam lazımdı. Ama benim mezun olduğum yıllarda engellilere öğretmenlik hakkı tanınmıyordu. Bu yüzden öğretmenlik yapamadım ve dergide çalışmaya başladım…”
İlginç değil mi? Üstelik fakülteden diploma almak için bir okulda staj yapmak gerekiyordu. Hatta öğretmenlik yapamayacağımı bildiğim için staj yapmasam olur mu diye fakülte yönetimine sormuşum. Ama mümkün olmadığını diplomayı almak için mutlaka stajyer öğretmenlik yapmam gerektiğini söylediler. Yaptım da… Çok güzel bir stajyer öğretmenlik dönemi geçirdim.
Hiç unutamadığım bir anımda staj yaptığım okulun müdürünün “Keşke öğretmen olabilseydiniz. Öğrenciler çok şey kaybedecek…” demesi olmuştu. Öğrenciler ne kaybetti bilemem ama ben çok şey kaybettim bundan eminim... Eğitimini aldığım dalda öğretmen olsaydım. Mesleğimi icra ederek öğrencilere bildiklerimi, öğrendiklerimi aktarsaydım, kendimi bu konuda ne kadar çok geliştirecektim. Ne güzel bir hayatım olacaktı.
 
Öğretmenlik yapamadım ve medyada çalıştım. Bu sektörde de severek çalıştım. Zaten bu alanda çalışmak için çaba gösterdim. Şansım da yaver gitti çalışabildim. Ama öğretmen olup, öğretmenlik yapabileceğini bilip yapamamak hep içimde bir ukde oldu. Belki bu ukde kendi adıma da değil. Bütün engelliler adınaydı…
Engellisin öğretmen olamıyorsun. Sebep öğrencilerin psikolojisi bozulur! Bu nasıl bir psikoloji? Hayatlarında hiç mi engelli birini görmüyorlar ya da ömür boyu hiç mi görmeyecekler? Bu engelli kişi onların öğretmenleri olsa ne olur? Belki de sanılanın aksine çok olumlu bir etki bırakır... Örnek olur…
Engellisin öğretmen olamıyorsun. Sebep alay ederler! Öğrencilerin birçoğu öğretmenleriyle alay etmeye ve lakap takmaya meyillidir. Bu bilinen bir gerçek… Hiçbir engeli ve kusuru olmayan öğretmenlere bile lakap takıp, alay ederler. Varsın engelli öğretmenlere de topal, sağır, kör desinler! Kime ne? Engelli öğretmenler bundan kaçmaz ki… Yıllarca bunları duymaya öyle alışkınlar olurlar ki bir de öğrencilerden duymaları onları çok etkilemez!
Engellilerin öğretmenlik yapmasına eğer koşullar engelse bunu düzeltmekte mümkün… Engelleri kaldırmak için çeşitli düzenlemeler yapılabilir. Engel grubuna göre mimari düzenlemeler ve uygun donanımlar olabilir. Bütün bunlardan sonra engellilerde öğretmenlik yapar. Engellilerden de öğretmen olur. Hem de bal gibi olur!
 
ALİYE YÜCEL

22 Ekim 2012 Pazartesi

ATASÖZLERİ, DEYİMLER VE BİZ


 
Sözlü kültürümüzün çok önemli parçası olan atasözleri ve deyimler toplumun inanç, kültür, duygu ve düşünce yapısını yansıtıyor. Toplumun kişilere, olaylara kısaca hayatta var olan her şeye bakışını anlamak için kullandığı atasözü, deyim ve halk tabirlerine bakmak gerekiyor. Türkçe bu yönden çok zengin bir dildir. İnsan ilişkileri, çeşitli olaylar, hayata dair her konuda pek çok atasözü, deyim ve halk tabiri vardır.  
Dilimiz; dolayısıyla atasözü, deyim ve halk tabirleri de toplumun engelliye bakış açısına göre şekillenmektedir. Toplumun engellilere bakış açısı bellidir! Engelliler için kullanılan kör, sağır, topal, kambur, deli, dilsiz gibi tanımlamalar atasözü, deyim ve deyişlere de yansımıştır. Böylece atasözleri ve deyimlerde engellilere toplumun ayrımcı bakışını gösteren ifadeler bulunmaktadır.
“Körle yatan şaşı kalkar”, “Kör satıcının kör alıcısı olur”, “Kör topal gitmek”, “Körler sağırlar, birbirini ağırlar”, “Sağır duymaz, uydurur”, “Kör topal gidiyor”, “Kör topal birini bulmak”, “Topalla gezen aksama öğrenir”, “Körler memleketinde şaşılar padişah olur”, “Eli ayağı düzgün olsun da” gibi… Bu listeyi uzatmak mümkündür… Ayrıca; “Oğlum sakat mısın?”, “Spastik hareketler yapma!”, ” “Kör müsün?”, “Bu işte bir sakatlık var!”, “Özürlü müsün nesin?” gibi hakaret amaçlı kullanılan cümleler de vardır.
Çocukken, bebekleri doğacak kişilerin “Kız ve erkek olsun hiç fark etmez. Eli ayağı düzgün olsun da…” sözü içimi acıtırdı. Bu halk arasında çok kullanılan ve iyi niyetle söylenmiş bir dilektir… Ama bu cümle engelli birinin gözlerinin içine bakarak söylendiğinde, onu ne çok incittiği hiç düşünülür mü?
“Körle yatan şaşı kalkar” sözünü ele alalım. Anlatmak istediği “Değersiz kişilerle dostluk yapan, kötü özellikler kapar” değil midir? Bu neden bir engelli üzerinden gösterilir? Bu engellileri niteliksiz, değersiz, işe yaramaz, beceriksiz, asalak, istenmeyen kişiler olarak göstermez mi? Bunun yerine “Üzüm üzüme baka baka kararır" desek olmaz mı?
Evlenecek kişiye kimseyi bulamaması durumunda yarım yamalakta olsa, iyi kötü olsun da “Kör topal birini bul” demek neyin nesidir? Herhangi birileri anlamına gelen “Keli, körü toplamak” engellinin ne kadar küçümsendiğini göstermez mi? Bunun gibi daha pek çok örnek verebiliriz.
Atasözü, deyim ve halk tabirleri çok anlamlıdır, çok şey anlatır. Anlatım gücünü arttırır… Ama hepsi için çok doğrudur diyemeyiz! En azından engellilerle ilgili olanları için… Yoksa “İçler acısı” bir durumdayız. Allahtan Allah katında üstünlük takva ile!
Günlük hayatımızda kullandığımız kelime, deyim ve kavramları yeniden gözden geçirmeli, engellileri küçük düşüren ve rencide edenleri kullanmamaya çalışmalıyız. Biliyorum çok zor bir şey istiyorum! Ama gün gelip düşünce, değerlendirme ve beğeniler değiştikçe bu bakış akışı da değişecek… Engellilere yönelik yanlış bakışı taşıyan atasözleri ve deyimler de dilden uzaklaşacak… Onların neler yapabildiğini ya da yapabileceğini gösteren atasözleri ve deyimler zamanla dilimizde yer alacaktır.
 
ALİYE YÜCEL

15 Nisan 2012 Pazar

HELEN KELLER'İN SESSİZ VE KARANLIK DÜNYASI


Yazıma başlamadan birkaç soru sormayı ve cevaplarını düşünmenizi istiyorum…

İşitme engelli birinin dünyayı algılarken kullandığı en önemli duyu nedir?
Cevap: “Görmek” olmalı…
Görme engelli biri dünyayı nasıl algılar?
Bunun cevabı da “Duyarak” olmalı…
Peki, hem görme, hem de işitme engelli olursa ne yapar? Nasıl algılar?
Bir an düşündünüz değil mi? Ben de Helen Keller'in hem kör, hem sağır, hem dilsiz olduğu öğrendiğimde uzun bir süre düşündüm. Dünyayı nasıl algılamış olduğunu çok merak ettim. Nasıl algılamış ve bu algısını nasıl aktarmış? Bir insanın, hem duymadığını, hem görmediğini ve hem de konuşamadığını düşününün…
Dünyaca ünlü Amerikalı pedagog Helen Keller, 1880 yılında sağlıklı bir çocuk olarak dünyaya geldi. Ama geçirdiği ateşli bir hastalık onu görme, işitme ve dolayısıyla konuşma engelli haline getirdi. Böylece sessiz ve karanlık bir dünyada kaldı. Çevresindekilerin konuştuklarını onların dudaklarına dokunarak fark etti. Ama ne onları anladı, ne de konuşabildi. İnsanlarla iletişim kurmak istiyor, kuramıyor ve çok sinirleniyordu.
Helen, eğitim çağına geldiğinde ailesi onun iyi bir eğitim almasını istedi ve Graham Bell ile temas kurdular. Graham Bell, telefonun icadından sonra kendini sağır çocukların eğitimine adamıştı. Bell sayesinde kendisini de görme engelli olan Anne Sullivan’dan eğitim almaya başladı. Anne Sullivan, Helen’in kontrolsüz davranışlarının insanlarla iletişim kurmasıyla düzeleceğine inandı ve hemen bu yönde çalışmaya başladı. İşaret dilini ve Braille Alfabesi’ni Helen’e öğretti. Helen’e nesneleri öğretmek için eline yazılar yazıyor, nesnelere dokunmasını ve böylece onların ne olduğunu algılamasını sağlıyordu. Helen öğrenmeye “su” sözcüğünden başladı. Öğretmeni Anne, Helen’i tulumbanın yanına götürüp tulumbadan su çekmiş, Helen’in elini oraya tutmuş ve hemen ardından eline “su” yazmıştı. Yani, suyu öğretmek için suya, toprağı öğretmek için toprağa dokunmasını sağladı. Helen, görme ve duyma duyularının yerine dokunma ve koklama duyularını kullanarak insanları, canlıları ve hayatı anlamaya çalıştı. Anne Sullivan, Helen’in gözü, kulağı ve sesiydi. İkisi daima beraberdi. Bu bize bir engelli için özel eğitimin, azmin ve sabrın ne kadar önemli olduğunu gösteriyor.

Helen, Körler Okulu’ndan sonra Sağırlar Okulu’na da gitti. Anne Sullivan, bu okulda da onun yanında olup tercümanlığını yaptı ve ona destek oldu. Öğretmenlerin anlattıklarını Helen’in ellerine çizerek anlamasını sağladı. Braille Alfabesi’yle yazdı, Helen bunları okudu. Öğrenmeye çok istekli ve zeki bir öğrenciydi. Doğuştan ve çok küçük yaşta sağır olanların çok zor öğrenebileceği konuşmayı bile öğrendi. Okulundan lisans derecesi alan, ilk kör ve sağır öğrenci olarak mezun oldu. Öğrendiklerini anlatmaya başladı ve hatta Braille Alfabesi’yle kendi hayatını yazdı. Bunu “Hayatımın Hikayesi” adı ile kitaplaştırdı ve kitap 50 dile çevrildi.
Helen, mezun olduktan sonra hayatını, engellilerin eğitimine ve onlara yaşama sevinci aşılamaya adadı. Engelliler için eğitimin çok önemli olduğunu ve eğitimle tüm zorlukların aşılacağını anlatan çalışmalar yaptı. Beş dil bilen, satranç oynayan, yüzen, bisiklet, kano ve yelkenli ile gezintiye çıkan Helen, binlerce engellinin hayata tutunmasına sebep oldu. Amerika ve davet edildiği deniz aşırı ülkelerde, konuşarak ya da işaret diliyle verdiği konferanslarda geniş kitleleri etkiledi. Helen Keller, felsefe alanında doktora yaptı ve hayatı boyunca pek çok üniversiteden onursal doktora derecesi aldı. Braille Alfabesi’yle makaleler yazdı, sözleri tüm dünyaya yayıldı ve 11 kitaba imza attı.
Helen Keller, 50 yıl boyunca hep yanında olup ona destek olan Anne Sullivan’a çok şey borçluydu. Helen’in bu örnek hayatı yapımcılardan da kaçmadı ve hayatı beyazperdeye de aktarıldı. Amerika’nın büyük ödülü Özgürlük Madalyası’nı aldı. 1968 yılında dünyadan ayrılan Helen Keller, 88 yıllık hayatına sayısız başarı sığdırdı. Helen Keller’in ölümünden bu yana 44 yıl geçmesine rağmen başardıkları, örnek hayatı ve mücadelesi onu efsaneleştirdi. Hikayesini ve yaptıklarını okuyunca kör, sağır ve dilsiz bir insan bunları nasıl yapabilir diye düşünmemek elde değil. Ama anlıyoruz ki engel gibi görünenler, engel olmayabilir! Sessiz ve karanlık bir dünyada bile çok şey yapılabilir!

ALİYE YÜCEL